Slovakya’da yapılan bir araştırmaya göre 1635 yılında Jan Ladisladies adlı bir avukat, dosyasında gülen yüz ifadesi kullanmıştır. Bu ifade daha sonra karşımıza 1856 yılında ABD başkanı Abraham Lincoln’un halkı selamlama konuşmasında çıkıyor. The New York Times gazetesinde “noktalı virgül kapa parantez” olarak gördük.
Konuşma esnasında gülüşlerin ve alkışların olduğu yazının sonuna eklenen bu şekil, 1999 yılında Japon kökenli bir mühendis tarafından modernleştirilerek üretilmeye başladı. İlk üretilme nedeni Japon bir telekomünikasyon şirketinin isteği üzerine gerçekleştirildi. İlk başlarda yirmiye yakın olan emojiler zaman içerisinde çoğaldı ve bu sene hayatımıza iki yüze yakın emoji daha ekleneceği bilgisi verildi. Dikkat ederseniz hayatımıza kelimesinin altını çizdik. Telefonlar artık bizim bir hayati! organımız gibi olduğu için, sisteme yüklenen her yazılım, her bilgi! beynimize yüklenen yazılımlar gibi karşılık buluyor ve hayati organımız olmuş oluyor. O olmadan sanki hayattan kopuyoruz.
Bu bir algı mı, gerçek mi?
Emojilerin doğuşu sizce 1999 yılında Japon mühendisin geliştirmesi üzerine mi oldu? Hadi biraz daha geriye gidip Abraham Lincoln’un konuşmasını ve Jan Ladisladies’in evrakını da ele alalım.
Peki ya daha önceden de varsa?
Antik Mısır’da ölünce tekrar dünyaya gelineceğine inanıldığından dolayı mumyalama yönetimi geliştiriliyor. 19 yaşındaki Kral Tutankamon kendisine görkemli bir mezarlık yaptırmayı düşünüyor ve Giza Piramidi yapılıyor. Yapımındaki sırlar hâlâ gün yüzüne çıkmayı başaramamış olsa da her geçen gün yapılan araştırmalar sonucunda ulaşılan bilgiler, aradan 4.500 yıl geçmesine rağmen insanlığın tabularını yıkmaya devam ediyor. Emojiler ile Giza piramidinin ne alakası var diyebilirsiniz, işte tam da alakası olan kısmı burada başlıyor. Piramidin bazı bölmelerindeki gizli odalarında taş levhaların üzerine çizilmiş yirmiye yakın hiyeroglif bulunuyor. Taş levhaların üzerine çizilmiş bu hiyeroglifler şimdiki emojilerin doğma nedenlerinden birisi olabilir mi? Bu figürlerin içerisinde uzay gemisi, denizaltı, helikopter gibi figürlerin de olduğunu görüyoruz. Yanlış okumadınız! Evet tam da yazılı olan kelimeleri okudunuz. Dikkatinizi çekerim, bundan 4.500 yıl öncesinde emojiler zaten insanoğlunun hayatında var olan şeylerdi.
Geçmişi tekrarlamaya mı başladık?
Peki ne oldu da biz bunları 1999 yılına kadar bir daha net bir şekilde hayatımızda göremedik? Cep telefonun seri üretimle herkesin hayatına girmiş olması olabilir mi?
Emojilerin hayatımıza girişi tam da Milenyum çağının başlangıcı olması dikkatimizi çekmiştir umarım. 2000’in henüz başında müziklerin, arabaların, yaşam stillerinin, teknolojinin kısaca dünyanın farklı bir kabuğa bürünmesi, yeniliklerin ardı ardına hızlı bir şekilde gelişmesi, sizce bunların hepsi tesadüf mü? (Bu konu hakkında daha sonra ayrı bir yazı ele alacağız.)
Milenyum çağının en büyük hastalıklarından bir tanesi duygularımızı ifade edemememizdir. 2000 yılından önce yaşayan her birey sokakta büyümüş, düşe kalka hayatı öğrenmiştir. On yılda bir gerçekleşen darbelerde işkenceler görerek, açlık çekerek olgunlaşmaya, hayatı öğrenmeye başlamıştır. Ama 2000 yılından sonra 2002 krizini ve 15 Temmuz darbe girişimini ve günümüzde yaşadığımız ekonomik sıkıntıyı saymazsak ne darbe ile karşı karşıya geldik ne kıtlık çektik. İşte bizim savaşımız burada başlıyor.
Tarihte belki de en acımasız saldırı ile karşı karşıya kaldığımız genç nesil olarak teknoloji ile hayatımıza giren ‘’telefon’’ kavramını tanımış olduk. (Acaba gerçekten tanıyor muyuz!) Eskiden savaş meydanlarında taraflar birbirini görerek savaşmıştır. Lâkin bir çoğumuz düşmanımızı somut olarak göremediğimiz için nasıl savaşacağımızı bilmiyoruz. Bilmediğimiz için sorgulamıyoruz, sorgulamadığımız için de yönlendiriliyoruz. Kim tarafından? Telefonlarımızın içindeki yapay zekalar tarafından. Nasıl mı?
Emojilerin içerisine gizli bir hipnoz tekniği uygulanmış olabilir mi?
Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’deki akıllı telefon kullanıcılarının %80’ yakını, yazışmalarında her gün emoji kullanıyor. Peki sokağa çıktığımızda insanların birçoğu neden birbirine gülmüyor?
Arkadaş ortamlarında sohbetlerimiz azaldı, gülümsemelerimiz seviyesizleşti, bakışlarımız donuklaştı, düşüncelerimiz örfümüze, adetimize aykırı bir şekilde dönüşmeye başladı. Hayatımıza giren en büyük sosyal aktivite ise chat programlarında özgüveni eksik, cesareti olmayan, sahte karakterler olarak doğan konuşmalarımız oldu. Yüzüne bakıp konuşmaya cesaret edemediğimiz arkadaşımızla internet üzerinden konuştuğumuz zaman nasıl olsa beni görmüyor düşüncesi ile rahat bir şekilde konuşmaya başlayıp, kelimelerle ifade edemediğimiz cümleleri veya ifade etmeye çekindiğimiz cümleleri, kalp, kahkaha, üzgün, aşk acısı çekiyor gibi emojiler ile belli etmeye başladık. Kelimeleri dilimize getiremiyoruz, hatta yazmıyoruz bile ama karşımızdaki insanın telefonuna bu emojileri göndererek anlaşabiliyor, gülebiliyor hatta ve hatta âşık dahi olabiliyoruz. (Yoksa öyle olduğunu mu zannediyoruz!) Tabii ki de hâl böyle olunca telefondan başını kaldırıp okulda, derste, kafede herhangi bir yerde karşılaştığımız insanlarla da robot gibi konuşmaya başlıyoruz. Duygusuz, mimiksiz, hareketsiz, isteksiz bir şekilde kobay bir beyin misali evet-hayır gibi kısa cümlelerle kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz.
Antik Mısır’da Firavunlar, hiyerogliflerin büyücülüğün artmasına sebebiyet verdiğini söyleyerek başkalarının kullanmasını yasaklamıştı.
Burada anlatmak istediğimiz konu; duygularımızın, mimiklerimizin, hareketlerimizin dahi kısıtlandığını; ifade etmek istediğimiz cümleleri ifade etmekte zorlandığımızı, en sıcak duygularımızın bile elimizden yavaşça alındığını anlatmaya çalışıyoruz. Gülmek!
Gülmek dünyadaki en büyük sosyal aktivitedir. Stresi alıp kalbin doğru çalışmasını sağlayan, kimyasal ilaç olmadan bedenimize sunduğumuz en faydalı ilaçtır. Ama gülemiyoruz, çekimser kalıyoruz, gülmekten korkuyoruz.
Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde “Kardeşine göstereceğin tebessüm, bir sadakadır.” diyor.
İnsanoğlunun gülme melekesini elinden kim aldı? Emoji kullandıkça kelime sayısı azalıyor. Ve kullanılmayan kelimeler dile de gelmez oluyor. Dile gelmeyince yavaş yavaş üzeri tozlanıyor ve görünmez oluyor, beyinden de kalpten de yok olmaya yüz tutuyor.
“Kelime” ve “meleke” kelimesi kök olarak kardeştir. Eğer kelimeleri kullanmayı bırakırsak akli melekelerimizi de yitiririz!
Bir ormanı yok etmek istiyorsanız ağaçları köklerinden koparmanız yetmez, orayı yakmalısınız. Bizim karşımızda olanlar ve bu operasyonları planlayanların 2000 yılından sonraki en büyük savaş stratejileri, teknoloji ile beynimize kadar girip, duygularımızı, gerçekliğimizi ve en sıcak mimiklerimizi bile yüzlerimizden çekip alınmak üzerine kurdu. Yüzümüzdeki her bir mimiği emojiye çevirmelerinin nedeni sizce masumane bir üretim midir?
Antik Mısır’da bulunan bu emojiler ne oldu da bir anda ortadan kaybolup milenyumun başında Japon asıllı bir mühendis tarafından tekrar hayatımıza giriş yaptı. Teknoloji, bir önceki versiyonu geliştirerek hayatımızı yok etme yolunda son hızda ilerliyor.
Tebessüm eden yüzlerimizi soldurmayalım. Gözlerimizin içinin gülmesini, sevginin telefon üzerinden yaşanmadığını, bedenlerin ruhla birlikte birbirine sevgi ve şefkatle sarıldığını, gülmenin dünyanın en büyük enerji kaynağı olduğunu unutmayalım. Duygularımızı bir telefonun içerisine hapsederek, hatta şöyle düzeltelim: Bir telefonun duygularımızı hapsetmesine izin vermeyerek onları özgürleştirelim ve hür olalım. Her dem daha yaşanılası bir hayat için güzel bir dünya inşa edelim!
Bu yazı yorumlara kapalı.