BİLİM TARİHİNDE GERÇEK NE?

Tarih 4 Aralık 2019.

Çağımızda yaşanan eşsiz bilgi erişiminden geçmişe doğru, doğru bir yolculuk yapalım mı?

Dünya siyasi tarihinde çoğu önemli olayın içerisinde bir yerlerde ya bir Türk ya da bir Müslüman vardır. Peki bilim tarihinde? Dünya tarihini etkilemesi bakımından bilimin etkisini düşünecek olursak neden olmasın?

Hadi, şimdi dikkatimizi buraya verelim ve yazının içinde geçen ince detayları yakalamaya çalışalım.

Dünyadaki büyük buluşların sahipleri olarak adlandırılan kişiler sizce de bu buluşlardaki tüm detayları gerçek halleriyle mi insanlara anlatmışlardır? Mesela Thomas Edison’un birçok icadının fikir babasının Nikola Tesla olduğunu ama Edison’u kahraman, Nikola Tesla’yı tehlikeli ve kötü bir mühendis olarak göstermeleri. Hadi biraz daha geriye gidelim. Kristof Kolomb’un sözde Amerika’yı keşfeden denizci olduğu ve bunu tek başına başardığı… Gelin hep beraber Tapınak Şövalyeleri’nin yeni kıta olarak adlandırdıkları Amerika’nın keşfini yakından inceleyelim.

İspanya Kralı’ndan özel izin alan Tapınak Şövalyeleri, yeni yerler sömürmek, Osmanlı baskısından kurtulmak ve uzaklaşmak için Kral’dan özel bir izin alırlar. Bu izin içerisinde Kral’dan, kendi içlerinden birisi olan Kristof Kolomb isimli bir denizciyle birlikte İspanya donanmasının üç gemisini talep ederler. Kral, Tapınak Şövalyeleri’nin bu taleplerini kabul eder ve Kristof Kolomb’a donanmadan 3 gemisini verir. O zamanlar Osmanlı Devleti’nin başında Kanûnî Sultan Süleyman vardır ve Devlet-i Âliyye kurulduğu günden bugüne dek en geniş topraklara ulaşmıştır. Kristof Kolomb güvertedeki her adamı kendisi özel olarak seçmiş, gemilere ise 8 ay yetecek kadar gıda ihtiyaçlarını yükletirmiştir. Hazırlıklar biter, gemilere binilir ve yola çıkılır.

Sultan Süleyman, Tapınak Şövalyeleri’nin böyle bir sefere yelken açacağını duyunca, İspanya’daki casusuna, hemen Kristof Kolomb’un gemisinde yer almasını ve gemide neler olup bittiğini not etmesini emreden gizli bir evrak göndermiştir. Sultan’ın gemideki ajanının adı Rodrigo de Triana’dır. Kendisi İspanya ordusunda görevli denizci subaydır. Sultan’ın emri ile İspanya ordusunda görev almış ve onun Avrupa’daki en önemli ajanlarından birisi olmuştur.[1]

Rodrigo’nun gemideki görevi haritacılıktı. Keşfin yol haritasını çıkartmak, sömürülecek yeni adayı bulmaktı. Geceleri sabahlara kadar çalışarak rotayı belli eden Osmanlı istihbarat subayı, Kolomb’un bu kıtayı bulmasındaki en büyük yardımcısı olmuştur. Kolomb iyi bir denizci değildi ama zeki bir tapınak şövalyesiydi.

Kolomb, Rodrigo’nun Osmanlı’ya çalışan Müslüman bir istihbaratçı olduğunu uzun sürmeden anlamıştı ve kendi günlüğünde şunları yazmıştı:

“Rodrigo de Triana sıradan bir tayfa değildi. Osmanlı Deniz Kuvvetleri’ne mensuptu. Dinini gizlemek zorundaydı. Onun Müslüman olduğunu benden başka bilen yoktu. Geceleri pek az uyur, devamlı haritalar üzerinde çalışır, rota hesaplaması yapardı. Bu haritaların ve tuttuğu notların birer kopyasını çıkardım. Keşfin şerefini bir Müslümana kaptırmamak için gerçeği açıklamadım.”

Kolomb’un keşif sırasında tuttuğu bu günlüğü şu an Fransa Milli Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir.

İnsanların yere göğe sığdıramadığı büyük denizci (!) Kristof Kolomb, işte böyle bir gerçeği içinde barındırarak tüm dünyaya adını duyurmuştur.

Dünyadaki büyük süreçlerin ve başarıların, Müslümanlar tarafından yapılmasına katlanamayan Haçlılar İstanbul’un fethi sırasında bile kendilerine pay çıkartmayı başarmışlardı. Nasıl mı?

Öncelikle şunu bilmekte fayda var: 2. Mehmed, bugün bizim bildiğimiz İstanbul’u fethetmedi. Bugünkü İstanbul’un çoğu bölgesi zaten Osmanlı kontrolü altındaydı. Fatih, Suriçi diye bilinen, Fatih ilçesinin sınırları olan bölgeyi, tarihî yarımadayı fethetti. Fatih bu fethi Üsküdar semalarında çizilen planlar, projeler ve toplar ile başarmıştı. Fetih sırasında kullanılan devasa Şahi toplarının çizimini Fatih bizzat kendisi çizmiştir. Kendi projesi olan Şahi toplarının yapımının gizli bir şekilde yürütülmesini istemiş ve güvendiği baş mimarı Mimar Muslihiddin Ağa’ya teslim etmiştir. Mimar Muslihiddin Ağa ise Saruca Ağa ile Fetih sırasında kullanılacak küçük topların yapılmasında çalışacak mühendisleri seçmişti. Fatih’in gizli bir şekilde yürüttüğü Şahi topları projesi, yanındakilere güvenmediğinden değil, kendisinden önce İstanbul’u kuşatan atalarının yaptığı hataları kendisinin yapmak istememesinden dolayı her bir detayın en ince ayrıntısını, otağında sabahlara kadar düşünerek planlıyordu.

Vaziyet öyle bir hâl almıştı ki Fatih uzun süre otağından çıkmayınca askerler paniğe girmiş, Sultan’ın sağlığına bir hâl geldiğini düşünmüşlerdi. Nitekim fethin gizli mimarlarından Fatih’in hocası Ak Şemseddin Efendi gelip Fatih’in imtihanında ona yardım etmiştir ve kafasındaki soruları çözmesinde yardımcı olmuştur. Düşünün ki sizden önce atalarınız defalarca İstanbul’u kuşatmasına rağmen alamamışlar. Herkes tarafından imkânsız görünen bir durum olması ve vezirleri tarafından dahi devlete çok büyük zararları olacağı bahanesiyle fetihten vazgeçilmesi tavsiyeleri kafasının içinde döndükçe Fatih’in omuzlarında ne denli ağırlık yapmıştır?

Fetih sırasında çalışan mühendislerin arasında din ve dil ırkı gözetilmemişti, Müslüman da vardı Hristiyan da. Bu mühendislerin arasında Macar Urbain isimli bir mühendis de yer alıyordu. Macar Urbain, Bizans hapishanesinden kaçmış veya kaçırılmış, bir şekilde Mimar Muslihiddin Ağa’nın yanında çalışan, küçük toplar yapmakta görevli olan bir mühendis olmuştu. Kendisi fetih başlamadan önce döktüğü topu deneme atışı esnasında topun ateşi kaldıramaması sonucunda patlaması ile ölmüştü. Yani bize kahraman diye anlatılan Urbain, aslında fetih daha başlamadan ölmüştür. Fatih’in büyük toplarını ise planlandığı gibi Mimar Muslihiddin Ağa dökmüş ve başarıyla kullanmışlardı.

Avrupalı yazarların çoğu fetih sırasında bir Müslümanın o topları çizip dökmesine inanmamış olacaklar ki Macar Urbain ustayı fethin baş mimarı olarak göstermişlerdi. Burada şu sözü söylemekte fayda var:

Kendi tarihini bilmediğin sürece, senin tarihini başkaları belirler.

Burada da gördüğümüz gibi Macar Urban ustayı da Kristof Kolomb gibi yükselterek tüm dünyaya yine “Bizim aramızdan birisi bunu başardı.” mesajı vermeye getiriyorlardı. Müslümanların sanıldıkları kadar zeki olmadıklarını, Müslüman ve Türklerin sadece savaşmaktan ve bu nedenle barbarlıktan anladıklarını savunan Avrupa’ya karşı Fatih, ilmi ile okkalı bir Osmanlı tokadı atmıştı. Fatih neye örnek olmuştu. Barbarlığa mı, yoksa ilime ve bilime mi?

Şimdi, buraya kadar okuduklarınızdan daha derin bilgilere ulaşmak için zihninizi hazır hâle getirin. Yani dış dünyaya kısa süreliğine kapatın. Bu tamlamaya hiç de yabancı olmayacaksınız, hani şu bizleri kontrol eden telefonların uçak modu özelliği var ya, işte ondan bahsediyorum. Hadi kendinizi uçak moduna alın ve bilginin eşsiz gücüne şahitlik edin.

BİLGİSAYAR, ALGORİTMA, YAPAY ZEKÂ

Bilgisayar denilince akla ilk gelen kişilerin arasında Alan Turing ve onun 2. Dünya Savaşı’nda Almanların şifreli mesajlar üreten ve çözen makinesi Enigma’yı kırmak için yaptığı makine gelir. Bize öğretilen tarihte bilgisayarın temelinin 1621 yılında oluşmaya başladığı gösterilmektedir. Bu aralıkta ise bilgisayarın farklı farklı kilometre taşları anlatılmaktadır ve Charles Babbage gibi isimler hep öğretilmektedir.

Ancak bilgisayarın temel mantığı, bilgisayarın icadından yaklaşık bin sene önce bulunmuştu.

Şöyle ki: Bilgisayarın temelini algoritmalar oluşturur. Algoritmanın gerçek mucidi ise birçoğumuzun ismini bildiği ancak çalışmalarını pek bilmediği, sıfır rakamını ve bilinmeyen işareti olan x’i bulan adam, EL-HÂREZMÎ’dir. Algoritma kelimesi “Batı” tarafından Al-Hârezmî isminden evrilmiştir.  (Al-Goritma=El-Hârezmî)

bilim tarihi
harezmi

800’lü yıllarda yaşamış olan, cebirin atası ve algoritmanın kurucusu olan Hârezmî’nin çalışmaları, ölümünden yaklaşık 300 sene sonra fark edilip tercümeleri yapılıyor. 1170 doğumlu Leonardo Fibonacci ve 1564 doğumlu Galileo Galilei gibi isimler tarafından fark ediliyor ve yeni bir keşif gibi dünyaya yayılıyor. İşte bir yönlendirme daha.

Ve yine hepimizin bildiği El-Cezerî. (1136-1206) Sibernetiğin kurucusu, günümüz robotlarının ilk versiyonlarını üreten, çark sistemleri ve mühendislik alanlarında dünyaya ışık tutan Cezerî’nin bir çok çalışması şu an maalesef ülkemizde değil Batı’da bulunuyor.

bilim tarihi
cezeri

El-Cezerî, El-Hârezmî gibi isimlerin yaşadığı 750-1250 yılları arası dönem İslâm’ın Altın Çağı iken Batı’da bu dönemler tarih kitaplarında bilimin karanlık çağı olarak anlatılıyor. Yine bilim sanki hep Batı’nın elinden çıkmış gibi gösteriliyor.

Şimdi gelelim başka bir hususa.

1905 yılında izafiyet teorisini ilk defa dünyaya sunan kişinin Albert Einstein olduğunu biliyoruz.
İzafiyeti teori olarak sunan ve dünyaca tanınan meşhur profesör. Tarih kitabımızın tozlu sayfalarını şöyle bir açalım ve okuyalım, bakalım bu konuda bir şey var mı? Çoğunuzun “Hadi canım o kadar da değildir, onu da mı Müslüman bir ilim adamı buldu?” diye sorduğunu duyar gibiyim. Evet, tam da dediğiniz gibi onu da dünyaya medeniyetin ne demek olduğunu öğreten Müslüman bir ilim adamı sunmuştur.

İzafiyet teorisini ilk ortaya koyan insan, 800-870 yılları arasında yaşamış olan Yakub bin İshak el-Kindî’dir.

Tüm bunlar bize gösteriyor ki; Batı, zamanında yaptığı haçlı seferleriyle kütüphanelerimizi yakıp talan etmeden önce çaldığı kitaplardan edindikleri bilgileri yeni keşfedilmiş gibi bize sunmuş.

Bu bilgilerde de gördüğümüz gibi, bugün dünyada yeni bir çağ açan bilgisayar fikrinin ve yapay zekânın felsefesini oluşturan kişinin aslında Müslüman bir bilim adamı olduğunu, onun kullanmış olduğu notları ve bilgileri kendi kaynaklarıymış gibi göstererek bilimi ilerletip dünyaya meydan okuyan bir güçle karşı karşıyayız.

Biz kendi özümüzü bilmedikçe Batı’nın bize yanlış öğrettiği “Sizin atalarınız sadece savaşmış ve katletmiş.” bilginin aslında gerçeği yansıtmadığını, dünyadaki önemli dönüm noktalarının içinde muhakkak bir Müslüman veya bir Türk’ün olduğunu öğrenemeyeceğiz. Bilimi geliştirenlerin hakikatte Müslümanlar olduğunu, Anadolu’nun ilim ve bilim yuvası olduğunu öğrenemeyeceğiz.

Genç nesiller olarak Batı’yı bize medeniymiş gibi gösteren, 19. yüzyıla kadar tuvalet ihtiyaçlarını bile yan yana, ulu orta yerlere yapan, asıl barbarların Batı’nın ta kendisi olduğunu bizlere öğretmeyen, öğretemeyen, öğretmek istemeyenlere selâm olsun… Biz artık öğreniyoruz, öğreneceğiz, öğreteceğiz!

Selam saygı ve hürmetle.

[1] Osmanlı’nın derin istihbarat kavramı Fatih Sultan Mehmet’ten sonra çok ciddi boyutlara ulaşmış, Kanûnî Sultan Süleyman ise bu istihbarat gücünü kullanmaya devam etmiştir. Bir rivayete göre Fatih, fetih esnasında Avrupa’ya gitmelerine izin verdiği din adamlarının arasına kendi adamını da sokmuş ve hatta bu adamın kardinalliğe kadar yükseldiği söylenmektedir.

Bu yazı yorumlara kapalı.