Merhaba, nasılsınız? Muhtemelen yine ağzımıza yapışan gündelik hayatta kullandığımız en büyük yalan ile cevap vereceksiniz: “İyiyim”. O hâlde Allah iyilik versin. Neyse, gündelik hayatımızdaki samimiyetsiz sohbet etme faslımızı uzatmadan konumuza geçelim.
Âdemoğlu dünyaya geldiğinden beri hep savaşlar, üstünlük çabaları ve hâkimiyet duygusu ön planda olmuştur. Özellikle Anadolu topraklarında medeniyetler kurulmuş, istilalar yaşanmıştır. Ülkemizde 1980’den sonra savaş ve darbe görmeyen tek nesiliz, tabii 15 Temmuz 2016 işgal girişimini saymazsak.
Peki savaşlar bir anda durup teknoloji neden bu kadar üst seviyelere ulaştı? İşte bizim de içerisinde olduğumuz bir savaş bu. 1980’e kadar top, tüfek, bomba varken şimdi savaş evlerimizin hatta ceplerimizin ve hatta beynimizin içine kadar girdi. TV, telefon, oyun konsolları, reklam panoları, dijital pazarlama, facebook, instagram, twitter internet… Kısaca medya. Medya deyip geçmeyelim, kısaca açıklayalım: Medya kelimesi, Latincede aradaki şey, araç anlamlarına gelen “medyum” kelimesinin çoğul hâlidir. Evet, medya ve özellikle akıllı telefonlar ve internet birer medyumdur. Gerçek dünya ile beynimiz arasındaki şey’dir artık. Algımızla oynar. İrademizi ve nefsimizi kendi kontrolünde tutmak ister.
Google’a yazarak arattığımız kelimeleri geçtik. Artık telefonumuzun bulunduğu ortamda konuştuğumuz her kelime, mesajlarda ve whatsapp’ta yazdığımız her kelime bizim açık hedef olmamızı sağlıyor. Yazdığımız, konuştuğumuz kelimeler sistem tarafından süzülüyor ve internete girdiğimizde sosyal medyada veya Google aramalarında bu konularla ilgili reklamlar, öneriler görüyoruz.
İradesine sahip olmayan hiçbir toplum milli kültür düşüncesine sahip olamaz. Biz kültür, gelenek ve görenek olarak tarihine bağlı kalan sayılı milletlerdeniz. Bakınız kültür en önemli savaş aracıdır. Yeri geldiğinde bir kale, yeri geldiğinde ise bir silahtır. Ülkemizde yetişmekte olan genç nesli ellerinde tutarak, kendi planları ve arzuları içerisinde istedikleri frekansta tutarak pasif hâle getirmekte başarısız sayılmazlar. Bu savaş sahnesinde hangi taraftasınız? Aradaki şey’lere mi takılıyorsunuz yoksa gerçeği görmek için çaba sarf ediyor musunuz?

Hiç düşündünüz mü “Malrboro”, “Winston”, “Mc Donalds” gibi markaların isimlerini nereden aldıklarını? Hemen hemen hepsi bir ülkenin başbakanı, dış işleri bakanı yahut savunma bakanıdır. Savaş psikolojisi ile iç içe olan insanların kurmuş olduğu savaşın diğer bir cephesi artık evimize ve hatta cebimize taşınmış durumdadır. Sigaranın üzerinde öldürür yazıyor ama insanlar içiyor, bile bile içiyor. Neden? Şimdi bir Amerikan veya İngiliz firması gelse dese ki: “Merhaba değerli insanlar, sizleri tüm sıkıntılarınızdan kurtarmaya geldik, sinirlerinizi gevşetmeye, dertlerinizi geçirmeye geldik. Birazdan ülkenizin üzerinden uçaklar geçecek ve bu uçaklardan bir takım kimyasal duman sıkılacak, siz de rahatlayacaksınız. Fakat bu dumanın bazı direkt etkileri var; nefes darlığı, zekâ geriliği, tembellik, temel insani ihtiyaçları gidermede bozukluklar, nesillerin bozulması, cinsel rahatsızlıklar ve kanser gibi hastalıklara tutulabilir ve kısa sürede ölebilirsiniz.” ne cevap verirdiniz?
Nefsimizi ve irademizi esir alan, bırakıldığı zaman kanserojen maddelerin damarlarımıza yapışmasından dolayı alyuvarlarımızın temizlenme aşamasında aşırı derecede kilo almaya ve sinirlerin gerilmesine neden olan illet! İçerken de bırakırken de beyni esir alan, öldüren bir zehir.
İlk sigaralardan birisi olan “Winston” bildiğiniz gibi İngiltere başbakanı Churchill’in adıdır. Hani şu “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.” diyen İngiltere Başbakanı. Kendi markalarını oluşturdukları bu şirketlere yine kendi isimlerini vererek, herkesin kulağında bir isim algısı oluşturmak, herkesin beyninde bir yer edinmek üzerine kurulan bir düzen. Zehirleyecekleri beyinler üzerinde özenle çalışan bu ekip, kendi isimlerini verdikleri zehirleri ceplerimize ve beynimize kadar sokabiliyor. Lakin gelin görün ki bizler her zaman İngiltere’ye ve bu tarz insanlara lanet edenler olsak da ceplerimizde duran sigara markasının isminin ne anlama geldiğini araştırmaktan aciziz. Bir mekâna gittiğinizde, kiminiz çay söyler kiminiz tuzlu limonata diyemez ve “bana bir chuchill” der. Vatan millet muhabbeti yaparken “Bunlar hep aynı abi, İngilizler şöyle, Amerikalar böyle…” Derken bir bakmışsınız girerken masaya bıraktığınız İngiliz veya Amerikan sigarası çoktan bitmiş!
Genç nesil bundan 5 sene önce çiğ köfte denilince uzak dururdu. Şimdiyse binlerce çiğköfte dükkânı var. 1500 yıldır var olan tadı 2013’te tanımaya başladık. İşte biz buna reklamın gücü diyoruz. İnsanlık üzerinde uygulanan her şeyde bu tarz örnekler gibidir.
Bir örnek daha verelim. Diş macunu neden kullanıyoruz? Dişlerimiz çürümesin, ağız kokumuz olmasın diye, değil mi? Peki diş macunu kullandığımız hâlde neden dişlerimizde çürümeler ve koku devam ediyor? Doktora gittiğinizde size soracağı ilk soru “Diş macununu çok mu sıkıyorsunuz?” olacaktır. Soruya göre mantıken macunu fazla sıkınca dişlerde yan etki yaratıyor düşüncesi oluşacaktır.
Diş macunlarında doğada doğal hâlde bulunmayan birçok madde var. Bunlardan biri de “FLORÜR”. Bu madde 2. Dünya Savaşı’nda nükleer silahlarda kullanılan kimyasal bir madde olan. Kimyasal bir atık. Atom bombası gibi direkt öldürmese bile sigara gibi yavaş yavaş etki gösteriyor. Ki zaten bu madde endüstriyel sigaralarda da kullanılıyor. Tabii bu noktada bizim gibi kültürüne bağlı olan Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan Atom bombasından insanlık adına hiç endişe duymayan, hatta bunu destekleyen Birleşik Krallık Başbakanı Winston Chrurchill’i de anmasak olmaz…
Macunu yutmazsak bir şey olmaz, demeyin. Dilaltı hapını bilirsiniz, adı üstünde dilin altına yerleştirilir ve oradan direkt damarlara karışarak beyne etki eder. Ağzımıza aldığımız her madde önce beynimize iletilir. Florür denen zehrin bilim insanlarınca kanıtlanmış zararlarına değinelim: Kısırlık-düşük yapma (Nesil yok etme), zekâ geriliği, sinir sistemi bozukluğu, erken ergenlik, tiroid bozukluğu, kemik erimesi, biyobirikim, kanser.
E,ne yapalım şimdi, macun kullanmayalım mı? Elbette kullanın ama doğal olanları tercih edin, mümkünse kendiniz yapın. Araştırın, eskilerin insanları dişlerini nasıl koruyabilmişler, bakın. Göreceğiniz sonuçlar sizi yeni çözümlere yönlendirecek.Size ufak bir tüyo; zerdeçal, karbonat,tuz, limon, nane yağı, karanfil, sirke, kil. Bunlardan herhangi birini, ikisini veya üçünü kendinize göre harmanlayıp kullanabilirsiniz. (Florürün zararlarından sonra bu doğal ürünlerin beyne faydasını yazmaya gerek duymadık.)
Hasılı, dişleri kar gibi beyazlatılmış, musmutlu görünen reklam yüzlerinin diş fırçalarına boydan boya sürdükleri o reklamlar sayesinde bütün dünya diş macunu kullanıyor.
Peki şampuan denen o madde? Bundan bir asır önce dünyada Alzheimer hastalığı olan insanların sayısı kaç idi? Bulacağınız sonuç ile 2018’deki oranı karşılaştırdığınızda ne demek istediğimizi çok daha iyi görmüş olacaksınız. Şampuan ne zaman ki tıbbi laboratuvarlara girdi, işte o zaman kafatasımıza sürdüğümüz şampuanlar ile Alzheimer belirtileri artmış oldu. Zararlı kimyasal maddelerle dolu şampuanları başımıza sürerek bundan yirmi-otuz sene sonra beynimizde oluşan kör loblar ile Alzheimer’a yakalanma riskimizi artırmış oluyoruz, biz Alzheimer olmasak bile genetiğimize işlemiş o kodlar bir sonraki nesle aktarılıyor. Yani bir nevi gönüllü kobay oluyoruz. Hem ürünlerini bize bedava denettiriyorlar hem de para kazanıyorlar.
Markete girdiğinizde şampuan kutularının ön tarafında “Hindistan cevizi özlü, naneli, limonlu gibi meyve isimleri ve güçlendirir, arındırır, kepeğe karşı etkili, yağlanmaya karşı etkili” ibareleri yazmasaydı da arka yüzünde küçük ibarelerle içerisindeki asıl maddelerin ne olduğu büyük puntoyla ön tarafta şu şekilde yazsaydı; “Aldığınız ürün, benzinin ham petrolden damıtılarak elde edilmesiyle ortaya çıkan yağdan üretilmiştir. Derinize işler ve kafatasınızdan çıkması gereken yağın önünde bir set oluşturur, böylece parlaklık verir. Dışarıyı algılamanızı engeller. Saçlarınız tam beslenemediği için öyle görünsün diye Sodium Lauryl Ether Sulfate ekledik. Hindistan cevizi kaynaklı fakat biraz değiştirdik ve cildinize temas ettiğinde kan dolaşımınıza girerek kansere sebep olabilir, kalp, beyin, göz ve ciğerlerinizde kalıcı hasarlara sebep olabilir. Köpürsün ve temizlediğinizi zannedin diye de Sodium Laureth Sulfate ekledik. Bu ise kanser yapabilir, gözler tarafından emilir ve ruhunuzun penceresine zarar verir, kalbinize ve ciğerlerinize zarar verebilir, kök hücrelere zarar vererek saçlarınızı dökebilir. Bu kötü kokulu maddelerin kokusunu bastırsın diye de Parfüm ekledik. Bu da baş ağrısı, astım ve alerjik problemler oluşturabilir. Tabii bu şampuanı kısa süreli yapmadık, uzun süre kullanabilesiniz diye içine Paraben de ekledik. Bu ise hormon bozukluğu, üreme bozuklukları, deri hastalıkları, bağışıklık sistemini zayıflatma, gelişim bozuklukları gibi etkiler yapabilir.” alır mıydınız?
Bütün dünya bunları bilirken neden kimse sesini çıkartmıyor? İşte bütün mesele bu. Dünyayı elinde tutan bir yönetim sisteminden bahsediyoruz. Silahından tutun tarımına, gıdasına kadar ellerinde olan bir yönetim sistemi. Ansızın bizi ön kameramızdan gören, diledikleri zaman telefonlarımızda yazdıklarımızı okuyabilen, kendi datalarına kaydedip gelecekte karşımıza çıkartmaları muhtemel olan, uzay boşluğuna dağılan seslerimizin frekanslarını kontrol eden, kıyameti beklemek yerine kıyameti insanlara getiren lobilerden bahsediyoruz!
Ya hu, aldığımız oksijeni zehirleyip, yaşadığımız büyük şehirlerde insan kalabalığından, trafikten, korna sesinden duramayıp, kendimizi toprağa atıp yeşillik görünce çocuklar gibi sevinen, temiz hava aldık diye mutlu olan insanlar olduk. Kafalarını telefonlardan kaldırmayan, kirlettiğimiz havayı temizliyor düşüncesiyle ucuz parfümlerle hoş kokmak uğruna yine havayı ve derimizi zehirleyip koklayarak direkt beynimize gönderdiğimiz zehirlerle beynimizin hücrelerini öldürdük ve kobay bir nesil hâline gelen varlıklar olduk. Yakın zamana kadar herkes metropollere taşınmak isterken şimdi herkes kırsal kesimlere göç etmek istiyor, neden?
Bakın kadim kitabımızda ne diyor: “İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı sonuçlarını onlara tattıracaktır.” Rum, 41.
Kıyamet’ten önce son çıkışta olabiliriz, o gün gelmeden tedbirimizi alalım…
BURADAYIM!
Elinde 6 bin TL değerinde telefonu olup da minibüse binen, aldığı maaşı telefon taksitine veren, cebinde parası olmadığı hâlde lüks mekâna gidip 5 tl çaya para verip, telefonu, sigara paketini ve araba anahtarını masanın üzerine bırakıp, ben marjinalim modunda yaşayan varlıklar türedi.
Amerika’daki akıllı cihaz pazarının hemen hemen tamamını Apple oluşturuyor. Apple değeri 1 trilyon dolar. Bu miktar dünyadaki iki yüze yakın ülkenin yıllık milli gelirinden fazla ve Amerika’nın 2019 mali bütçesinde savunmaya ayırdığı miktar 716 milyar dolar.
Marka yaratmak, markayı satacak algı ortamı ve itaatkâr beyinler oluşturmak ve bunun alt yapısını da yine bizlere yaptırıyor olmak. İşte planlama ve strateji budur. O kadar güzel başlattılar ki bu savaşı. Telefonların yeni modeli çıkar çıkmaz kapısında yatan kobaylara, yeni modelinden 3 ay sonra bir üst modelini piyasaya süreceğiz diyerek eski modellerinin içine birkaç yazılım yükleyip basit bir şekilde tekrar satışa sunarak tekrar bir pazar ortamı oluşturuyorlar. Pazarı sürekli yenileyerek hem sisteme köle yapıyor hem de sıcak para akışını hızlandırıyorlar. Sadece basit birkaç dokunuş ile.
Beyinlerimizi esir alan bu irade savaşını her geçen gün kaybetmeye devam ediyoruz. Bu savaşta mermiler doğrudan beynimize isabet ediyor, hem de tetiği kendimiz çekerek bunu yapıyoruz.
En son Suriye’de denenen silahlarla gövde gösterisi yapan ülkeler oradaki masumların ölümleriyle hiç ilgilenmezken, silahlarının ne derece etkili olduklarını kontrol etmeye devam ediyorlar. Hani İnsan Hakları vardı! Kadıköy’de LGBT’nin yaptığı provokatör yürüyüş sonrası yapılan gözaltıları tüm dünyaya duyurmaya yarayan örgütten bahsediyoruz. İnsan Hakları İzleme Örgütü! Dünyanın en büyük terör örgütünün adı olabilir mi? Gelişmiş ülkelerin! koruyucu melek olarak gördüğü bu örgüt, Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Yemen’de, Lübnan’da, Afrika’da, Afganistan’da neden ortaya çıkmıyor da sadece Türkiye’de ortaya çıkıyor? Neden Amerika’daki Afrikalılara karşı kontrolsüz güç kullanılırken ortaya çıkmıyor da kendi polislerinden birisi yaralanınca tüm dünyaya karşı Afrika kökenli insanları suçlu pozisyonuna düşürerek ortaya çıkıyor?
Konuyu dağıtmadan bağlayalım. Soruyoruz: Başta kanser olmak üzere birçok hastalığın sebepleri ayan beyan ortadayken neden bu İnsan Hakları İzleme Örgütü veya Birleşmiş Milletler hiçbir şey yapmaz?
İşte bu yüzden kobay bir nesiliz. Beyinlerimizi kullanarak bizlere istedikleri her şeyi yaptıran, maaşlarımız yatar yatmaz atmlerin önünde sıra oluşturup, kendi rızamız ile sömürülmeye devam eden ettirilen bir nesiliz.
Ellerimizdeki şey’tani putları bırakıp kendimize gelmeden, okumadan, araştırmadan, aldığımız nefesin bile bir gün bizden tamamen gideceğini hatırlamadan bu savaşı kazanamayız.
Binlerce yıl evvel kendi yaptıkları putlara tapan insanlara Peygamber olan Hz. İbrahim döneminin anlatıldığı surede, kıyameti günü zalimlerin nasıl bir hâl içinde olacağı bakın nasıl anlatıyor: “O gün başlarını dikerek koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur.” İbrahim, 43.
Unutmayın, beynimizin patronu biziz!
Sizi biraz gerçeklerle karşılaştırdığımız için kusura bakmayın, zamanınızı aldık.
Şimdi reklamlar…
Bu yazı yorumlara kapalı.