SİSTEMİN YIKILIŞI

Hiç düşündünüz mü, dünyanın bu “sıralı” sistemi nereye kadar devam edecek?

Değerli arkadaşlar, dünyanın hemen hemen her ülkesindeki en alt basamak aile içi eğitimden, terbiyeden ve gösterdikleri değerlerden başlar. Daha sonra çocuk belli bir yaşa gelince sistemin ilk kurbanı olacak yola doğru ittirilir. Kendi isteği olmaksızın ittirilir. Tabi şimdi sorabilirsiniz, 6-7 yaşındaki çocuğun kendi isteğine göre mi hareket etmesine izin vereceğiz, diye. Bunu söylemeden önce okumaya devam edin. 6-7 yaş seviyesine gelmiş her bireyin eğitim öğretim basamağındaki ilk adım süreci başlar. Bu süreç çeşitli ülkelerde 4-4-2, 3-3-4 gibi eğitim programları şeklinde devam eder.

İlk basamaktaki bir öğrencisin ve 4 sene ilkokul seviyesinde dersler alırsın, ortaokula geçer ilkokulda gördüğü derslerin aynısını görmeye devam edersin. Liseye geçer ve bu sefer de ortaokulda gördüğün derslerin isim değiştirilmiş şekillerini karmaşıklaşmış bilgi kirliği şeklinde ezberlemeye zorlanırsın. “Bir dakika, bu ne böyle yahu? Ben bunları daha önce ezberlemiştim ve hiçbir işime yaramadı.” dediğin zaman bir şeyleri fark etmeye başlarsın ve sisteme karşı gelmek için bir eleştiride bulunursun. Sonuç ne mi olur? Disipline sevk edilirsin ve “haylaz çocuk” olduğun için sistemin dışına atarlar. “Bundan hiçbir şey olmaz, bu çocuk okumaz.” baskılarıyla karşılaşmaya başlarsın ve kendine olan güvenini sorgulamaya başlarsın. Birey bu süreçte hayatla ilk yüzleşmesiyle karşı karşıya kalır ve aile baskısı, etrafındakilerin beklentileri, dersleri senden iyi olan arkadaşlarının durumu, ekonomik sebepler gibi çeşitli beyni daraltacak tehditlerle ilk defa tanışmış olur.

Bu ilk adımlamadan sonra başarılı veya başarısız herkesin bir şekilde üniversite okuyabildiği bu devirde birkaç yıl daha bu sisteme hizmet etmeye devam edersin.

Üniversite süreci bittikten sonra ise artık iş bulma süreci başlar. Çeşitli iş başvuruları yaparsın ve mezun olduğun bölümle ilgili iş alanlarının çok dar olduğunu görünce evde uzun bir süre oturmaya devam edersin. Bu süre zarfında yakın çevren tarafından defalarca “Artık bir işe gir, neden üniversite okudun sen, evde yatmak için mi?” gibi baskılarla karşılaşmaya devam edersin.

Düşünsenize insan bu zamana kadar 16 senedir okuyor, artık bir alanda uzmanlaşmaya karar vermiş olması gerekirken mezun olduktan sonra bir bakıyoruz ki Türkçe dil bilgisini dahi anlayamıyor, yazamıyor. Hiçbir şeyden tam olarak anlamıyor ve ne yapacağını bile bilmeden iş arıyor.

İşte ilk savaş burada başlıyor.

Yıllardır okuduğun okul bilgilerinle savaş meydanındasın. Bu öğrendiklerinin eyleme dökülemeyeceğini ilk o esnada anlıyorsun.  Artık oturmaktan ve baskılardan sıkılarak okuduğundan farklı bir iş koluna yöneliyorsun. Hiçbir fikrin olmayan, hiçbir tecrüben olmayan bu yeni iş alanıyla ilgili yığınla bilgiyi yüklemeye devam ediyorsun ve çalışmaya başlıyorsun. Seni körelttikleri sistem içerisinde bir işe girebilmek için asgari ücreti kabul ediyorsun.

İlk işimiz olduğu için heyecanlıyız ve tecrübe kazanacağız o yüzden bu kadar rakam alıyoruz, diyoruz kendimizce. Aradan 3-5 ay geçiyor derken artık 2 senenin geçtiğini görüyorsun ve yaşın otuzlara geliyor. Merak ediyorsun; acaba bu koca iş yerinin patronu kim, hangi üniversiteyi bitirdi, kaç dil biliyor, nerelerde okumuş… Sorup soruşturuyorsun ve duyduğun cevap karşısında şok oluyorsun. Patronun ilkokul mezunu. Nasıl yani, diyorsun kendine. Sen yıllardır okuyup bir şeyler yapmaya çalışırken o ilkokul mezunu ve sen onun hayallerini gerçekleştirmeye yardımcı olmaya çalışan birisin. Kısa bir şok geçiriyorsun, vay be adam ilkokul mezunu ama buralarda nasıl olabilir deyip kızıyorsun ya da helal olsun, deyip tebrik ediyorsun. Çünkü elinden fazla bir şey gelmiyor. Korkuyorsun. Sahi korkuyor muyuz? Biliyor musun, aslında biz korkmuyorduk.

Bu saçma sapan eğitim sisteminde bize unutturulan, her hafta başında ve sonunda okuduğumuz İstiklal Marşı’nın ilk cümlesini hatırla artık!

KORKMA!..

Akif bize ilk, korkma demiş ama bize korku psikolojisini yüklemişler onu fark ediyorsun. Büyüklerimiz(!), kafamızı her kaldırmaya çalıştığımızda, seni dersten bırakırım, okuldan atarım; yeni bir iş yapmaya çalıştığımızda, kesin batarsın; her oyun oynamamızda, kesin kaybedersin gibi korku verici sözleri gündelik göreviymiş gibi söyledikleri için bu sistem içerisinde adım atmaya korkar hâle getiriliyoruz.

Korkma! diye başladığımız haftalarımız korkuyla geçti…

Korkma, dedikten sonra “sırayla” okula girerken kapıda cellat gibi duran müdür ve yardımcılarıyla birlikte öğretmenler hepimize tek tek sırayla birer suçlu gibi baktı. İçimizde Akif bize “Korkma!” diye bağırırken dışımızdaki cellatlar “Kork!” diye adeta haykırdı. Akif’le kavga edercesine…

Bize neyden korkmamamız gerektiği hiç öğretilmedi fakat her şeyden korkmamız gerektiği telkin edildi. Tek tip olmamızı istediler… Hepimizin yüzü, parmak izi, düşüncesi, hayali farklıydı ama onlar tek tip bir yüz tek tip fikir tek tip düşünce (düşüncesizlik), tek tip hayal (hayalsizlik) istediler…

Bize sadece üniversite okuyanların bir yerlere gelebileceğini söyledikleri için hepimiz ömrümüzü bir eğitim sisteminin içerisine hapsettik ve zanaat yeteneklerimizi kaybettik. Hayal gücümüzden uzak farklı insanlara dönüştürüldük. Belki de sistemleştirilmiş robotlara… Duvara çivi çakma özelliğimiz dahi bizim için aşağılık bir durum oldu. Etrafınıza örülen korku kabuğunu kırın ve sistemin size dayatmış olduğu kalıptan çıkıp kendi özgür iradenizle eğitimize devam edin. Ezber sisteminin size bir değer katmayacağını bilip bu düzensizlik içerisinde kendinize farklı alanlar bulup eğitiminizi kendinize göre uyarlayıp gelişmeye gayret edin.

Size değer katacak bilgileri öğrenmeye yönelin. Farklı diller üzerine merak salın. Farklı ülkeler, farklı düşünceler, farklı yaşamlar üzerine okumalar yapın. Bu zamana kadar kaybettiğiniz hayal gücünüzü geri kazanmak için baş gözünüzü ve kalp gözünüzü yukarı kaldırıp gündüz gökyüzünün maviliğini, geceleyin yıldızları izleyin.

Dünyada adaletsiz bir düzen olduğunu, herkesin kopyala yapıştır şekilde seri üretimle yetiştirildiğini fark ettiğiniz an işte hayata karşı 1-0 öne geçmiş olacağınızı bilin. Korkunun size dayatmış olduğu tabuları yıkıp asil, kültürlü ve entellektüel bireyler olmaya çalışmaya özen gösterin.

Dünyanın en büyük şirketlerinin nasıl kurulduğuna bakın. Standart oil, Merill Lynch, Philips morris, JP Morgan’ın kurmuş oldukları sistemleri inceleyin. Bu kişilerin eğitim durumlarına bir göz atın.

Hayattaki en önemli eğitimin öz eğitim olduğunu fark edin. Bize yüklenen uyuşukluk, üşengeçlik, başarısızlık, korku psikolojisini terk edip gerçek potansiyelinizi fark etmeye çalışın. Dünyayı sen mi kurtaracaksın, diyen arkadaşlarınıza “Evet, kendi dünyamı ben kurtaracağım.” deyin.

Görüyorsunuz ki dünya nüfusundan dolayı çeşitli görülmemiş hastalıklar, doğa kirliliğinden dolayı felaketler, hayvan popülasyonundaki dengesizliklerden kaynaklanan çeşitli istilaların gerçekleştiği zamanlara gelmişiz. Sözde bilim adamlarımız bunları söylüyorlar.

Küçük bir dipnot:

Sanayi devrimden bir örnek verelim. İnsanlar günde 16 saat çalışıyorlardı. Bu sistem, insanlar sorgulamasın ve itaat etsinler sistemiydi. Sanayi devrimi gerçekleşince insanların daha az çalıştıklarını ve kendilerine daha fazla zaman ayırdıklarını gördüler. Bu kadar insanı bir arada tutup kontrol etmek için Üniversitelerde Rekreasyon isimli bir bölüm kurdular. İnsanların zamanlarını planlayan kişilerin adını verdikleri bu bölüm insanları kitlesel olarak kontrol altında tutmaya çalıştı.

Bu kalıptan kurtulan rekreasyon daha sonra geliştirilerek sporla entegreli hâle getirilip insanların serbest kalan zamanlarında haz almak için yapılan aktivitelerin tamamını şekillendiren bölüm noktasına geldi.

ABD 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bunu çok iyi anladı ve en değerli bölümlerinden biri yaptı. En donanımlı kişilerini bu bölümde yetiştirip çalıştıkları işlerde en iyi verimi aldılar ve iş saatlerini düşürmelerine rağmen onları şirketlerde tutacak, çalıştıkları şirketlere bağlayacak aktiviteler oluşturmaya başladılar. Bu yüzden dünyanın en değerli şirketlerinin yüzde 60’lık kısmının ABD’de olduğunu görebilirsiniz.

Bunlar size de trajikomik gelmiyor mu? Dünyadaki hiçbir şeyin eğitim dahil tesadüfi bir şekilde oluşturulmuş olduğuna inanmayın.

Yakında yapacakları sanal uzaylı istilalarına, meteor çarpmalarına, çıkartacakları hastalıklara zemin hazırladıklarını, sosyal medyalar aracılığıyla bunları bizlere sunduklarını, kafamızı ezber sisteminden kaldırmayıp sorgulamamamız gerektiğini bize öğretmeye çalışan bu sisteme bir dur deyip derin nefes alın. Daha az iş saati, daha fazla sosyalleşme ve insanlaşma sürecine girildiğini anladıkları an dünyanın kabuğunu hemen değiştirmeye başladılar ve Antarktika’daki buzulları ön plana atarak küresel iklim mevzusunu ortaya çıkarttılar. Sonra sırasıyla hastalıklar meydana geldi ve iklimdeki anormal bozukluklar ve doğal felaketler birbirini devam etti. Halbuki Antarktika’da her sene nükleer bomba denemeleri yapanlar da bu düzeni kuranlar oldu.

Dünyadaki tüm devlet büyüklerinin “Dünya artık eskisi gibi olmayacak.” sözünü neden söylediğini düşünüp siz de artık eskisi gibi olmayın. Düşüncelerinize ve kendinize saygınızı arttırın. Varlığınızın ve asıl Var olanın farkına varın.

Şimdi hemen hazır ola geçin… Fakat bu defa sıraya girmenize gerek yok.

Yahut artık hazır ol komutundan çıkın ve huzurda olun. Âkif’in huzurunda…

Korkma! diye başlayan şiirin yazıldığı Tâceddin Sultan Dergâhı‘nda istediğiniz bir yere geçip Âkif’i dinleyebilirsiniz:

İSTİKLÂL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ‐mahrem eli!
Bu ezanlar‐ki şehâdetleri dînin temeliEbedî
yurdumun üstünde benim inlemeli

O zaman vecd ile bin secde eder –varsa‐ taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh‐i mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!

MEHMET AKİF ERSOY

Bu yazı yorumlara kapalı.