ÜRETEN TÜRKİYE

Dünya savaşlarının etkileri henüz yeni yeni onarılmaya başlanmışken tüm dünyada görülen tek bir operasyon vardı. Reform! Yeni bir format. Büyük devletlerin ve köklü imparatorlukların yıkılıp yerlerine yeni dünya düzenine ayak uyduracak, sınırları, yaşamları ve belki de kullanacakları dilleri bile farklı olacak devletler kuruldu. Bu savaşlardan en çok etkilenen Devlet-i Âliye, kendisinden önceki Türk devletlerinin yaptığı gibi eski devlet yöneticileriyle yeni bir kurarak görevini başarılı bir şekilde yerine getirmiş ve tarih sahnesindeki yerini Türkiye Devleti’ne bırakmıştır.

Ülkelerdeki siyasi partilerin gelip geçici olduğunu, önemli olanın Devletin bekasının olduğu gerçeğini milletine işlemeye çalışan yeni Devlet, Türkiye’de yapılacak en büyük üreticiliğin, Türkiye Devleti’ni eski günlerdeki gibi yüksek medeniyetler seviyesine çıkartmak olacağını söylemişti. Bunun üzerine Kayseri’de kurulan uçak fabrikasında ilk uçaklarımızı üretmeye başlamıştık.

HÜR OLALIM…

Bundan evvel ilk uçağı üreten, İstanbul’daki Tayyare Mektebinden Pilot Astsubay olarak mezun olan Vecihi Hürkuş, İzmir Seydiköy Hava Mektebi’ndeyken Yunanlılardan ele geçirilen motorlardan yararlanarak 1924’te “Vecihi K-VI” adını verdiği ilk Türk uçağını üretti. Yurt dışına yaptığı gezilerde Alman ve Fransız fabrikalarından etkilenen Vecihi Hürkuş, 1930 yılında İstanbul Kadıköy’de kendisine bir atölye kurdu. Burada 3 ay süren çalışmaları sonrasında ilk sivil uçak olan Vecihi K-XIV’yi üretti ve Posta Teşkilat’na hibe etti. 1932’de ilk Türk Sivil Havacılık Okulu Vecihi Sivil Tayyare Mektebi’ni kurdu. Okulda ilk Türk kadın pilot Bedriye Gökmen ile 12 pilot yetiştirdi.

İlk Türk Demiryolu Müteahhidi olan Nuri Demirağ, 1936 yılında bugün Beşiktaş’ta Barbaros meydanındaki deniz müzesinin hemen yanında, ilk özel sermayeyle kurulan uçak fabrikasını kurdu. Bugün Atatürk Havalimanı olarak kullanılan Yeşilköy’deki çiftliği havalimanı ve fabrika yapmak için satın aldı. Bu arazide Gök Okulu kurarak 290 öğrenci yetiştirdi. Beşiktaş ve Yeşilköy’deki fabrikalarında 1936 yılında üretilen tek motorlu uçağın ardından 1938 yılında Türkiye’nin ilk yolcu uçağı NUD-38 üretildi. 1944 yılında bu uçaklar dünya havacılığı A Sınıfına alındı. NUD-38 saatte 325 kilometre hız yapabilen ve bin kilometre uçabilen bir uçak olarak üretildi. Bu uçaklar THK’nın almaktan vazgeçmesi üzerine bir bölümü Hollanda’ya ambulans uçak olarak satıldı.

Vecihi Hürkuş hakkında daha fazla bilgi → https://www.trthaber.com/haber/yasam/istiklal-madalyali-kahraman-vecihi-hurkus-423376.html

Peki ya sonra? Mustafa Kemal’in ölümünden sonraki süreçlerde İsmet İnönü kaybettiği gücü tekrar eline alarak Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki genel başkanlık görevine geldi. Siyaseten karşısında duracak herkesi yanından uzaklaştıran ve en güçlü rakibi olan Gazi Paşa’nın ölümünden sonra koltuğuna rahatça oturan İsmet Paşa, 1944 yılında A sınıfı belgesine ulaşan ve dünyanın çeşitli yerlerine satılan yolcu uçağı fabrikasını, kısa bir zaman içerisinde kapattı.

Üreten bir Türkiye, Batı için büyük bir tehdide dönüşmüş olmalı ki üretici olmaktan tekrar tüketici olmaya doğru hızlı adımlarla gerilemeye başlaması için düğmeye basılmıştı.

Peki ne oldu da 200 uçağa yakın üretimi olan bir fabrika ani bir karar ile kapattırılma veya satılma noktasına geldi?

Hadi bu sefer aynı operasyonu farklı tarihler ve yönetimler üzerinden ele alalım.

Tarih 15 Mayıs 1961’i göstermektedir. Devlet Başkanı Cemal Gürsel otomobil endüstrisi kongresi açılışında yaptığı konuşmasında “Türkiye’de otomobil yapılamaz diyorlar, bu tamamen kara bir düşüncenin mahsulüdür.” dedi. Kongre sonrasında 22 Mayıs 1961 tarihinde çok gizli damgası ile Ulaştırma Bakanlığına bir yazı yazar. Bu yazıda; “Devlet Demir Yollarımızın teknik imkânlarının müsait ve mükemmel olması nedeni ile millî ekonomide önemli bir yer tutacak olan otomobil sanayisinin kurulmasına liderlik etmesini uygun görüyorum.” der. Bu süre zarfından sonra 23 Türk mühendisin başında olduğu bir ekip çalışmalara başlar. Zaman kısıtlıdır. 29 Ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirilmesi kararlaştırılır. Yer Eskişehir Cer Fabrikası olacaktır. Sıfırdan yüzde yüz yerli malı kullanılarak ve el işçiliği ile üretilmiş bir otomobil üretilmeye koyulur. Otomobilin tüm parçaları ülkedeki çeşitli fabrikalara dağıtılarak üretilmeye başlanır. Türk mühendislerinin yoğun uğraşları sonucunda 28 Ekim tarihinde 3 araç tamamlanmıştır. Araçlara Devrim 1, Devrim 2, Devrim 3 isimleri verilmiştir.
Yalnızca 129 gün içerisinde 3 araç artık kullanılır hâle gelmiştir!

Araçlar 29 Ekim gece yarısı trenle Ankara’ya doğru yola çıkarılır. Benzin depolarında güvenlik kuralları gereği benzin bulunmamaktadır. Sıhhiye semtinde bulunan Ankara Demiryolu Fabrikasında manevra imkânı sağlamak için araçların deposuna yalnızca birkaç litre benzin koyulur. Asıl benzin alımı sabahleyin Meclis’e giderken yol üzerindeki benzin istasyonundan yapılacaktır. 29 Ekim sabahı motosikletli kalabalık bir ekipten oluşan eskortun arasında yola çıkar ama eskorttakiler benzin alınacağından haberdar olmadığı için benzin istasyonuna uğramayarak yola devam ederler. Durum ancak Meclis’in önüne gelindiğinde anlaşılır. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Devrim’in direksiyonuna geçer, araba biraz gider ve durur. Bunun sonucunda orada bulunan basın, Türkiye’de otomobil üretilemez, Türklerin yaptığı araç 10 metre gitti ve bozuldu gibi manşetlerini tüm dünyaya duyurmuştur. Hâlbuki durum tamamen farklıdır ve hazırda bekletilen Devrim 2 aracına binilerek Meclis’e gidilmiştir. Bu kısmını basın tabii ki yazmaz ve Türkiye’nin otomobil üretimindeki ilk operasyonunu tüm dünyaya başarısız gösterir.

İlk yerli arabamız hakkında daha fazla bilgi için → http://www.devrimarabasi.com/

Peki ya ne oldu da 129 günde ürettiğimiz otomobil fabrikası kapatıldı? Kim veya kimler tarafından bu projeyi sonlandırdılar?

Bu sefer tarih 1993 yılını göstermektedir. Uçak ve arabadan sonra daha fazla sermaye odaklı üretim ekonomisine geçebilmek için düğmeye basılmıştır. O dönemde dünya telefon piyasasında Nokia, Ericsson ve Motorola markaları vardı. Türkiye, en büyük istihbarat teşkilatlarının cirit attığı o dönemlerde yerli ve millî üretim olarak cep telefonu üretmeyi kararlaştırmıştır. Bunun için Aselsan’da görevlendirilen 30 mühendis çalışmaya başlar ve kısa sürede yerli ve millî cep telefonunu üretmeyi başarırlar.

Üretilen ilk parti 500 adet olarak piyasaya sürülür. İlk ihraç edilen ülkeler Azerbaycan ve Kıbrıs’tır. 3 ayda 10 ülkeye 5 binden fazla ihracat yapılır. İngiltere’de teknoloji fuarında Aselsan 1919 modeli birinci seçilir. O tarihte ilk titreşim özelliği bu telefondadır. Bizimkiler hemen yeni modeller olan 1920 ve 1923 modellerini geliştirmeye başlar. Aselsan, en çok satılan ilk 3 telefon markası arasına girer.

Ne gariptir ki 1997 yılında Nokia’dan bir mühendis Aselsan’da göreve başlar. Bu süreçten sonra Aselsan içler yıkılmak istenir. Diğer büyük telefon firmaları, Aselsan’da üretilen yeni telefonların patentlerini Avrupa mahkemelerine başvurarak iptal ettirir. Tabii ki de Avrupa mahkemeleri bu firmaları haklı bulur ve davaları kazanırlar.

Dönemin hükümeti Aselsan’a sahip çıkmaz ve piyasadaki tüm telefonları çekerek depolarda çürümeye bırakır. Böylece Nokia Türkiye piyasasına hâkim olmaya başlar.

Türkiye ne kadar muasır medeniyetler seviyesine çıkmak istese de içeriden ve dışarıdan dolaylı yollarla sürekli operasyonlara maruz kalmış ve başarısız olmuştur. Üretici bir Türkiye’nin Avrupa için çok büyük bir tehdit unsuru olacağını düşünen oligarklar, Türkiye’nin önünü kesmek, dışarıya bağımlılığını arttırmak ve üretici hâlinden tüketici hâline geri dönmesini sağlamak için çeşitli sebepleri bahane ederek sürekli piyasaya yönelik operasyonlar yapmışlardır.

Düşünün ki 1925-1944 yılları arasında ilk yerli uçak, 1960-1962 yılları arasında ilk yerli araba, 1993-1997 yılları arasında ise ilk yerli telefonu üreten Türkiye, dünya ekonomisine şu an dahi yön veren bu üç üretimi devam ettirmiş olsaydı nasıl ve hangi konumda olmuş olurdu? İnsanların refah seviyesi ve kişi başına düşen millî gelir ne kadar olurdu? Avrupa ekonomide bağımsız ve üretici bir Türkiye’nin ne kadar tehlikeli olacağını Osmanlı İmparatorluğundan 600 yıl boyunca gördüğü için tekrar aynı hataya düşmek istemiyordu. Arkalarında durdukları paravan şirketler ve tarafsız olduğuna inandırdıkları mahkemeler ile her platformda Türkiye’ye karşı birleşmiş durumda saldırmaya devam etmektedirler.

Yukarıda bahsettiğimiz üç örnek belki çok uç örnekler olabilir; lâkin Türkiye ne zaman ki üretim yapmak istese sürekli ve sürekli baskılara maruz kalmaktadır. Bu bizim üretmekten korkacağımız, üretmekten vazgeçeceğimiz anlamına tabii ki de gelmiyor, aksine birbirimize daha fazla kenetlenip bir arada olmamız anlamına geliyor.

Unutmayın, bedenleri öldürebilirler ama düşünceleri asla!

Bu yazı yorumlara kapalı.